Cumhur Ersümer Görevini Kötüye Kullanmış


A.A

Yüce Divan, eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer'i Esenboğa Mobil Santrali İhalesi'nde görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle 1 yıl 8 ay hapse mahkum etti ve cezasını erteledi.

Ersümer, üzerine atılı diğer suçlamalardan beraat ederken, eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan ise tüm suçlamalardan beraat etti.

Ersümer ve Çakan'ın bazı enerji ihaleleriyle ilgili, Yüce Divan'da yargılandıkları dava sonuçlandı.

Yüce Divan heyeti, Ersümer'in hakkındaki 18 suçlamadan ilgili yasal unsurları oluşmadığından beraatine karar verdi.

Cumhur Ersümer'in iki ihaleyle ilgili eylemini, “görevi kötüye kullanma” suçu kapsamında değerlendiren Yüce Divan, eylemlerin 23 Nisan 1999 tarihinden önce işlenmesi nedeniyle 4616 sayılı Şartla Salıverilme Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun uyarınca kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verdi.

Yüce Divan, Esenboğa Mobil Santrali ihalesinde Ersümer'e ihalenin, istediği firmaya verilmesi yönünde eylemde bulunduğu gerekçesiyle “görevi kötüye kullanma” suçundan 1 yıl 8 ay hapis, 75 YTL adli para cezası ve 1 yıl 8 ay memuriyetten men cezası verdi.

Cumhur Ersümer'in bir daha suç işlemeyeceği kanaatine varan Yüce Divan heyeti, cezayı 647 sayılı yasa uyarınca erteledi.

Ersümer'in diğer mobil santral ihaleleriyle ilgili suçlamalardan da beraatine karar verildi.

Yüce Divan heyeti, diğer sanık eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın ise yasal unsurları oluşmadığından, üzerine atılı tüm suçlamalardan beraatini kararlaştırdı.

Abdullah Gül net konuşmadı ima etti: Adaylığım sürüyor

Abdullah Gül net konuşmadı ima etti: Adaylığım sürüyor Dışişileri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı ile ilgili olarak "yeniden aday olmayacağım diyemem" dedi.

Bakan Gül, düzenlediği basın toplantısında seçim sonuçlarını ve yeni dönemde cumhurbaşkanlığı sürecini değerlendirdi. Seçim sonuçlarının her kesim tarafından olgun bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, milletin iradesinin her kesim tarafından görülmesini istedi. Cumhurbaşkanı seçim sürecinde "aceleci davranılmaması" görüşünü dile getiren Gül, cumhurbaşkanlığına aday olup olmadığı şeklindeki ısrarlı sorulara net yanıt vermekten kaçındı. Gül bu tür soruları "milli irade ortada" şeklinde cevaplandırmakla yetindi.
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, seçim sonrası sürecin açık ve belli olduğunu, bazı görüşme ve değerlendirmeler yapılacağını söyleyerek, "Acelecilik içinde olmaya gerek yok, acele bir şekilde hareket etmek doğru değil" dedi.
Gül adaylığı ile ilgili sorulara, "Ben aday olamam diye birşey sözkonusu değil. Tabi ki olabilirim. Bütün bunlar önümüzdeki dönemde ortaya çıkacak. Halkın iradesi neyi gösteriyor bu açık şekilde ortadadır. Kim Türkiye'yi içeride ve dışarıda en iyi şekilde temsil edebilir bütün bunların da konuşulması gerekir" dedi.
Dışişleri Bakanlığı’nda basın toplantısı düzenleyen Gül, seçim sonrası Türkiye’nin önünde bulunan sürecin açık ve belli olduğuna işaret ederek, bu sürecin "büyük bir olgunluk içinde ama milletin gösterdiği istikamette tecelli etmesi gerektiğini" söyledi.
Bakan Gül, bu süre içinde bütün siyasi partilerin kendi iç değerlendirmelerini yapacağını, herkesin önünde bir değerlendirme süreci olduğunu ve bu sürede görüşmeler de yapılacağını kaydetti.
Gazetecilerin ısrarla 'tamam mı devam mı' sorusunu yöneltmesi üzerine de ""Meydanların işaretini görmemezlikten gelecek halim yok ama bütün bunları olgunluk içinde yapıcı bir üslup içinde götürmemiz gerekir" diye konuştu.

"TAMAM MI DEVAM MI"

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, cumhurbaşkanlığına adaylığı konusunda "meydanların işaretini görmemezlikten gelemeyeceğini", ancak bu süreci Türkiye’yi güçlü bir şekilde çıkartacak şekilde götürmek gerektiğini söyledi.
Gül, Dışişleri Bakanlığında düzenlediği basın toplantısında, cumhurbaşkanlığı adaylığı konusundaki soruları yanıtladı.
Bir gazetecinin, "Kararınız nedir? Tamam mı devam mı?" sorusuna karşılık Gül, şu yanıtı verdi:
"Benim kararım; deminden beri söylediklerim gayet açıktır. Benim herhalde meydanların işaretini görmemezlikten gelecek halim yoktur.
Milletin iradesini de görmemezlikten gelecek halim yoktur. Ama tüm bunları olgunluk içinde, yapıcı bir üslup içinde, Türkiye ve Türk milletini güçlü şekilde çıkartacak şekilde götürmek gerekir." Gül, seçim sonuçlarının bazı çevrelerde halk muhtırası olarak yorumlandığının hatırlatılması üzerine de şunları kaydetti:
"Deminden beri Türkiye’de demokrasinin güçlendiğini ve değiştiğini söylüyorum. Biz o kelimeyi seçim kampanyasında hiç kullanmadık. Biz bu tartışmalara girmenin Türkiye’ye hiçbir faydası olmadığı kanaatindeyiz.
Biz bu seçimlerden Türk demokrasisinin güçlü çıktığına inanıyoruz. Şimdi halkın bu iradesi ortaya çıktığına göre ve egemenliğin de kayıtsız şartsız millete ait olduğunu hepimiz inandığımıza göre, halkın bu iradesi doğrultusunda hareket etmemiz gerektiğine inanıyoruz."

MİLLETİMİZ DEMOKRASİYE SAHİP ÇIKTI

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, oyunu büyük oranda arttırarak Türkiye’de iki kişiden birinin oyunu alan partisinin genel seçimde büyük başarı kazandığını kaydetti.
Gül, Dışişleri Bakanlığında düzenlediği basın toplantısında, partisinin seçim zaferini değerlendirdi.
Seçim sonrasında çok sayıda gazetecinin kendisini tebrik etmek ve gerek genel seçim gerek cumhurbaşkanı seçimi konusundaki görüşlerini almak istediğini belirten Gül, tüm bunları birlikte değerlendirmek, fikir ve düşüncelerini aktarmak amacıyla bu basın toplantısını düzenlediğini kaydetti.
"Seçim, ülkemiz ve yüce Türk Milleti için hayırlı uğurlu olsun. Milli irade yeniden tecelli etmiştir. Bundan Türk demokrasisi güçlenerek çıkmıştır. Bu çok önemli bir neticedir" diyen Gül, genel seçimin barış ve huzur içinde yapıldığını söyledi.
Demokrasinin temel ilkesinin çoğunluk olduğunu vurgulayarak, bu süreçte partiler arasındaki yarışta kimin daha iyi hizmet edebileceğine halkın karar verdiğini belirten Gül, Atatürk’ün "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözlerine atıfta bulunarak, halkın iradesinin ortaya çıkmasının önemini vurguladı.

EN YÜKSEK KATILIM

Seçimin yaz sıcaklarının hüküm sürdüğü Temmuz ayı ortasında yapılmış olmasına rağmen katılımın çok yüksek olduğuna dikkat çeken Gül, şimdiye kadar yapılmış seçimlerde en yüksek katılımın elde edildiğini kaydetti.
Gül, daha önceki mecliste bir zafiyet unsuru olarak gösterilen temsil kabiliyeti açısından da bu seçimin önem arz ettiğini belirtti.
Halkın sağduyusunun bu şekilde ortaya çıktığını kaydeden Gül, "Milletimizin kurumsal demokrasiye sahip çıktığı bir kez daha ortaya çıktı" diye konuştu.
Halkın büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülke olarak demokrasinin en iyi şekilde gerçekleştirilmiş ve neticenin hızlı şekilde alınmış olmasının onur ve itibar kaynağı olduğunu belirten Gül, "Oyunu büyük oranda arttırarak Türkiye’de iki kişiden birinin oyunu alan partimiz büyük başarı kazandı" diye konuştu.
Bu başarının omuzlarına çok büyük bir sorumluluk yüklediğini de kaydeden Gül, bu sorumluluğun bilincinde olduklarını, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da seçim sonrasında yaptığı ilk değerlendirmede bunu en iyi şekilde ortaya koyduğunu kaydetti.
"Bu halkın 4,5 yıllık icraatımıza verdiği bir güvenoyudur" ifadesini kullanan Gül, AK Parti’nin bütün Türkiye’yi kucakladığını belirterek, Türkiye’nin her yerinden oy alan tek siyasi parti olduklarını, bir il hariç tüm illerden milletvekili çıkardıklarını kaydetti.
Gül, seçilme hakkı verildiğinden bu yana Türk kadınının en yüksek biçimde TBMM’de temsil edilecek olmasının da önemli bir netice olduğunu belirterek, parlamentolar arasında kadın milletvekili sayısı açısından Türkiye’nin 22 basamak atlamış olduğunu ifade etti.
"5500 dolar civarında tek başına milli geliri olup da, demokrasiyi bu biçimde çalıştırabilen başka ülke yoktur" diyen Gül, Türkiye’de seçimin açık ve şeffaf biçimde yapılmış olmasının uluslararası gözlemcilerin de takdirini topladığına işaret ederek, tüm bunların Türkiye’nin dünyadaki itibarını daha da artırdığını kaydetti.

CHP & AKP (Zülfü Livaneli'den)

İşte Zülfü Livaneli'nin bugün Vatan Gazetesi'nde yeralan yazısı...

Deniz Baykal yazımda belirttiklerimi doğruladı
Deniz Baykal dün bir basın toplantısı yaptı ve sorulan bir soru üzerine benim yazımdaki iddialara cevap verdi.
Dikkatle dinledim: Baykal yazımdaki temel iddiaların hiçbirini reddetmedi, “Hayır böyle şeyler olmadı'' demedi.
Ortada tanıklar olduğunu bildiği için böyle bir yola sapmadı.
Sadece, belki de unutkanlık eseri olarak; “Ancak iki ay dayanırlar!'' dediğini kabul etmedi.
Oysa bunu söylediğini, hatta bu konuda iddiaya girdiğini oradaki herkes biliyor. Tanıklar var ve sanırım bu tanıklardan bazıları gerekli açıklamaları yapar.
Burada önemli olan şey şudur:
Deniz Baykal, Tayyip Erdoğan’la Beylerbeyi’nde niçin gizlice buluşmak ihtiyacını hissetmiştir?
Bu toplantı basından ve seçmenden niçin gizlenmiştir?
Bu toplantıda ne konuşulmuş, ne kararlar alınmıştır?
Bundan sonra uyguladığı politikalarda ve Tayyip Erdoğan’ı koşulsuz olarak başbakan yapma mücadelesinde bu buluşmanın etkisi olmuş mudur?
*** Deniz Baykal, Tayyip Erdoğan’ı TBMM’ye taşıma mücadelesini “demokrasi anlayışının gereği'' olarak verdiğini belirtiyor.
Bu konuda tereddüt yok.
Ben de aksini söylemiyorum. Ama dün de belirttiğim gibi; AKP ile yapılacak her türlü işbirliği için CHP’nin öne sürdüğü bir şart vardı: Dokunulmazlıkların kaldırılması.
Bir Anayasa değişikliğine ancak bu şart yerine geldikten sonra destek verileceği belirtilmişti.
Acaba ne oldu da Baykal aniden bu şarttan vazgeçti.
İşin ince noktası burada. Eğer CHP daha önce seçmene söz verdiği gibi, dokunulmazlıkların kalkmasında ısrar etse ve bu gerçekleşmeden Anayasa değişikliğine destek vermeseydi, Erdoğan dahil olmak üzere birçok siyasi için akçalı konulardaki yargılama süreci devam edecekti.
Bu da manzarayı tamamen değiştirebilirdi.
*** Ayrıca bu “demokrasiyi uygulama'' aşkı, anti demokratik birçok zorlamayla yapıldı. Siirt’in Pervari ilçesi Doğan Köyü’nde 706 seçmenlik üç sandıkta, kurallara tam uyulmadığı gibi sudan bir bahaneyle seçim iptal edildi. CHP’ninki de dahil üç milletvekilliği düştü. Yerine yapılan seçimlerde CHP seçime asılmadı ve AKP üç milletvekilliği kazandı.
*** Baykal’ın hayatı, parti içi mücadelelerde geçti. Bülent Ecevit’ten Erdal İnönü’ye, Altan Öymen’den Hikmet Çetin’e, Fikret Ünlü’den Murat Karayalçın’a, Seyfi Oktay’dan Mehmet Moğultay’a kadar çok sayıda kişiyle mücadele etti ve hayatını, kişiliğini bu kavgalar biçimlendirdi.
Dolayısıyla, soldaki rakiplerini tasfiye edip tek başına kalmak onun en büyük arzusu haline geldi.
2002 seçimlerinde bu şansı yakaladığı zaman çok mutlu oldu ve Erdoğan’ın sağda, kendisinin “solda'' tek lider olduğu iki partili bir Türkiye’nin keyfini yaşadı.
Çünkü onun esas rakipleri sağcılar değil solculardı.
*** Benim için çok değerli olan binlerce okur mesajının yüzde 99’u bu yazıdan dolayı kutluyor.
Ama yüzde 1 oranında “Bunu niye daha önce anlatmadınız?'' sitemi de var.
Sevgili okurlarımı temin ederim ki; Baykal’la Erdoğan arasında gizli bir anlaşma bulunduğunu, buna dayanarak Erdoğan’ın başbakan yapıldığını bu köşede en az on kez yazdım; Abbas Güçlü’nün Genç Bakış programı gibi çeşitli programlarda anlattım.
Ama bu yazıların ve konuşmaların hiçbiri dünkü yazı kadar yankı yaratmadı.
Bu günlerde Baykal çok tartışıldığı için yazı gündeme denk düştü.
Ama şunu da söyleyeyim: CHP’den istifa etmiş olmama rağmen, bu yazıyı seçim öncesinde yayınlayamazdım. Eğer böyle bir şey yapsam, seçimden sonra çok suçlanır hatta yenilginin sebepleri arasında gösterilirdim.
İnsaf sahibi herkesin bu tutumumu haklı bulacağını biliyorum.
*** Sonuç üzücü: Biz seçim öncesi Deniz Baykal’a, CHP’nin Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşıyacak, vizyon sahibi, reformları hayata geçiren, demokratik, ezilen kitlelere sahip çıkan, yoksulları refaha kavuşturacak sol ekonomi programı uygulayan, Avrupa tarzı modern bir sosyal demokrat parti olması gerektiğini anlatmaya çalışmıştık.
Bu düşüncelerimizi kabul etmiş görünüyordu ama seçimden sonra ne yazık ki birden dümen kırdı ve partiyi çok dar bir alana kilitledi.
Sonuç ortada.
Yaşam biçiminin tehlikeye girdiğini hisseden milyonlarca temiz insan oylarını “kerhen''de olsa bu partide birleştirdi ama işte bu kadar oldu.

Oy Gündemi-2 Milletvekili Listesi

AKP'nin birinci parti çıktığı 22 Temmuz seçimlerinde 27 bağımsız aday milletvekili seçildi. İşte resmi olmayan sonuçlara göre Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yer alacak 550 milletvekilinin il il dağılımı:

ADANA

AKP: Dengir Mir Mehmet Fırat, Ömer Çelik, Necdet Ünüvar, Fatoş Gürkan, Vahit Kirişci, Ali Küçükaydın
CHP: Nevin Gaye Erbatur, Mustafa Vural, Hulusi Güvel, Tacidar Seyhan
MHP: Recai Yıldırım, Kürşat Atılgan, Yılmaz Tankut, Muharrem Varlı

ADIYAMAN

AKP: Fehmi Hüsrev Kutlu, Ahmet Aydın, Şevket Gürsoy, Mehmet Erdoğan
CHP: Şevket Köse

AFYON

AKP: Sait Açba, Veysel Eroğlu, Halil Aydoğan, Ahmet Koca
MHP: Abdülkadir Akcan, Sefa Çetin
CHP: Halil Ünlütepe

AĞRI

AKP: Yaşar Eryılmaz, Cemal Kaya, Mehmet Hanifi, Fatma Kotan, Abdülkerim Aydemir

AMASYA

AKP: Akif Gülle, Avni Erdemir
CHP: Hüseyin Ünsal

ANKARA 1. Bölge:

AKP: Cemil Çiçek, Ali Babacan, Bülent Gedikli, Nazmi Haluk Özdalga, Zeynep Dağı, Mehmet Zekai Özcan, Faruk Koca, Burhan Kayatürk
CHP: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Emrehan Halıcı, Nesrin Baytok, Hakkı Suha Okay
MHP: Yıldırım Tuğrul Türkeş, Bekir Aksoy

ANKARA 2. Bölge

AKP: Beşir Atalay, Salih Kapusuz, Mehmet Zafer Çağlayan, Mustafa Said Yazıcıoğlu, Ahmet İyimaya, Reha Denemeç, Halup İpek, Aşkın Asan
CHP: Yılmaz Ateş, Zekeriya Akıncı, Mücahit Pehlivan, Tekin Bingöl
MHP: Ahmet Deniz Bölükbaşı, Mustafa Cihan Paçacı

ANTALYA

AKP: Mehmet Ali Şahin, Sadık Badak, Abdurrahman Arıcı, Mevlüt Çavuşoğlu, Yusuf Ziya İrbeç
CHP: Deniz Baykal, Hüsnü Çöllü, Osman Kaptan, Atila Emek, Tayfur Süner
MHP: Tunca Toskay, Hüseyin Yıldız, Mehmet Günal

ARTVİN

AKP: Saffet Kaya
CHP: Ensar Öğüt (CHP)

AYDIN

AKP: Atilla Koç, Mehmet Erdem, Ahmet Ertürk
MHP: Ertuğrul Kumcuoğlu, Ali Uzunırmak, Recep Taner
CHP: Özlem Çerçioğlu, Mehmet Fatih Atay

BALIKESİR

AKP: Ahmet Edip Uğur, Mehmet Cemal Öztaylan, Ayşe Akbaş, İsmail Özgün, Ali Osman Sali
CHP: Hüseyin Pazarcı, Ergün Aydoğan
MHP: Ahmet Duran Bulut

BİLECİK

AKP: Fahrettin Poyraz
CHP: Yaşar Tüzün

BİNGÖL

AKP: Cevdet Yılmaz, Yusuf Coşkun, Kazim Ataoğlu

BİTLİS

AKP: Zeki Ergezen, Vahit Kiler, Cemal Taşar
Bağımsız: Mehmet Nezir Karabaş

BOLU

AKP: Metin Yılmaz, Yüksel Coşkunyürek, Fatih Metin

BURDUR

AKP: Bayram Özçelik, Mehmet Alp
CHP: Ramazan Kerim Özkan

BURSA

AKP: Faruk Çelik, Mehmet Altan Karapaşaoğlu, Hayrettin Çakmak, Mehmet Emin Tutan, Canan Candemir Çelik, Mehmet Tunçak, Sedat Kızılcıklı, Ali Koyuncu, Ali Kul, Mehmet Ocaktan
CHP: Onur Başaran Öymen, Kemal Demirel, Abdullah Özer
MHP: Necati Özensoy, Hamza Hamit Homriş, İsmet Büyükataman

ÇANAKKALE

AKP: Mehmet Daniş, Müjdat Kuşku
CHP: Ahmet Küçük
MHP: Mustafa Kemal Cengiz

ÇANKIRI

AKP: Nurettin Akman, Suat Kınıklıoğlu
MHP: Ahmet Bukan

ÇORUM

AKP: Agah Kafkas, Cahit Bağcı, Murat Yıldırım, Ahmet Aydoğmuş
CHP: Derviş Günday

DENİZLİ

AKP: Mehmet Yüksel, Selma Aliye Kavaf, Mehmet Salih Erdoğan, Mithat Ekici
CHP: Hasan Erçelebi, Ali Rıza Ertemür
MHP: Emin Haluk Ayhan

DİYARBAKIR

AKP: Mehmet Mehdi Eker, Kudbettin Arzu, M. İhsan Arslan, Abdurrahman Kurt, Osman Arslan, Ali İhsan Merdanoğlu
Bağımsız: Akın Birdal, Gülten Kışanak, Aysel Tuğluk, Selahattin Demirtaş

EDİRNE

CHP: Rasim Çakır, Bilgin Baçarız
AKP: Necdet Budak
MHP: Cemaleddin Uslu

ELAZIĞ

AKP: Mehmet Necati Çetinkaya, Hamza Yanılmaz, Faruk Septioğlu, Tahir Öztürk, Feyzi İşbaşaran

ERZİNCAN

AKP: Binali Yıldırım, Sebahattin Karakelle
CHP: Erol Tınastepe

ERZURUM

AKP: Recep Akdağ, Muzaffer Gülyurt, Fazilet Dağcı Çığlık, İbrahim Kavas, Sadettin Aydın, Muhyettin Mutlu
MHP: Zeki Ertugay

ESKİŞEHİR

AKP: Kemal Unakıtan, Hasan Murat Mercan, Emin Nedim Öztürk
CHP: Hüseyin Tayfun İçli, Fehmi Murat Sönmez
MHP: Beytullah Asil

GAZİANTEP

AKP: Mehmet Şimşek, Fatma Şahin, Mehmet Sarı, Mahmut Durdu, Mehmet Erdoğan, İbrahim Halil Mazıcıoğlu, Özlem Müftüoğlu
CHP: Yaşar Ağyüz, Akif Ekici
MHP: Hasan Özdemir

GİRESUN

AKP: Nurettin Canikli, Hacı Hasan Sönmez, Ali Temur
CHP: Eşref Karaibrahim
MHP: Murat Özkan

GÜMÜŞHANE

AKP: Kemalettin Aydın, Yahya Doğan

HAKKÂRİ

AKP: Rüstem Zeydan
Bağımsız: Sebahittin Suvağci, Hamit Geylani

HATAY

AKP: Sadullah Ergin, Orhan Karasayar, Mustafa Öztürk, Abdülhadi Kahya, Fevzi Şanverdi
CHP: Fuat Çay, Gökhan Vurgun, Abdülaziz Yazar
MHP: Süleyman Turan Çirkin, İzzettin Yılmaz

ISPARTA

AKP: Süreyya Sadi Bilgiç, Mehmet Sait Dilek, Haydar Kemal Kurt
MHP: Süleyman Nevzat Korkmaz
CHP: Mevlüt Coşkuner

MERSİN

MHP: Mehmet Şandır, Behiç Çelik, Kadir Ural, Akif Akkuş
AKP: Kürşad Tüzmen, Mehmet Zafer Üskül, Ali Er, Ömer İnan
CHP: İsa Gök, Vahap Seçer, Ali Rıza Öztürk, Ali Oksal

İSTANBUL 1. Bölge

AKP: Recep Tayyip Erdoğan, Ertuğrul Günay, Edibe Sözen, İrfan Gündüz, Mustafa Ataş, Mesude Nursuna Memecan, Nusret Bayraktar, Mehmet Sekmen, Özlem Piltanoğlu Türköne, Hasan Kemal Yardımcı, Hüseyin Besli, Mehmet Beyazıt Denizolgun, İdris Güllüce
CHP: İlhan Kesici, Algan Hacaloğlu, Ahmet Tan, Ayşe Jale Ağırbaş, Ali Topuz, Bayramali Meral, Fatma Nur Serter, Şinasi Öktem
MHP: Gündüz Suphi Aktan, Durmuşali Torlak
Bağımsız: Mehmet Ufuk Uras

İSTANBUL 2. Bölge

AKP: Hayati Yazıcı, Murat Başesgioğlu, Nimet Çubukçu, Egemen Bağış, Burhan Kuzu, Ayşe Nur Bahçekapılı, Ömer Dinçer, Osman Gazi Yağmurdereli, Canan Kalsın, Necat Birinci, Alaattin Büyükkaya, Recep Koral
CHP: Mehmet Sevigen, Mustafa Özyürek, Bihlum Tamaylıgil, Süleyman Yağız, Kemal Kılıçdaroğlu, Necla Arat, Çetin Soysal
MHP: Mithat Melen, Ümit Şafak

İSTANBUL 3. Bölge

AKP: Abdülkadir Aksu, İdris Naim Şahin, Nazım Ekren, Güldal Akşit, Mehmet Müezzinoğlu, Reha Çamuroğlu, Lokman Ayva, Mehmet Domaç, İbrahim Yiğit, Feyzullah Kıyıklık, Ünal Kacır, Halide İncekara, Fuat Bol, Alev Dedegil
CHP: Mustafa Şükrü Elekdağ, Hasan Macit, Hüseyin Mert, Mehmet Ali Özpolat, Esfender Korkmaz, Sacit Yıldız, Birgen Keleş
MHP: Meral Akşener, Atilla Kaya, Mehmet Cihaz Özönder
Bağımsız: Sebahat Tuncel

İZMİR 1. Bölge

AKP: Mehmet Aydın, Nükhet Hotar Göksel, Mehmet Sayım Tekelioğlu, İbrahim Hasgür, Tuğrul Yemişçi
CHP: Şükran Güldal Mumcu, Harun Öztürk, Bülent Baratalı, Abdürrazzak Erten, Ahmet Ersin
MHP: Oktay Vural, Şenol Bal

İZMİR 2. Bölge

CHP: Kıvılcım Kemal Anadol, Oğuz Oyan, Recai Birgün, Mehmet Ali Susam, Canan Arıtman, Selçuk Ayhan
AKP: Mehmet Vecdi Gönül, İsmail Katmerci, Taha Aksoy, Erdal Kalkan,
MHP: Ahmet Kenan Tanrıkulu, Kamil Erdal Sipahi

KARS

AKP: Zeki Karabayır, Mahmut Esat Güven
MHP: Gürcan Dağdaş

KASTAMONU

AKP: Hakkı Köylü, Hasan Altan, Musa Sıvacıoğlu
MHP: Mehmet Serdaroğlu

KAYSERİ

AKP: Abdullah Gül, Sadık Yakup, Taner Yıldız, Yaşar Karayel, Mustafa Elitaş, Ahmet Öksüzkaya
CHP: Mehmet Şevki Kulkuloğlu
MHP: Sebahattin Çakmakoğlu

KIRKLARELİ

CHP: Turgut Dibek, Tansel Barış
AKP: Ahmet Gökhan Sarıçam

KIRŞEHİR

AKP: Mikail Arslan, Abdullah Çalışkan
MHP: Metin Çobanoğlu

KOCAELİ

AKP: Nihat Ergün, Osman Pepe, Fikri Işık, Eyüp Ayar, Azize Sibel Gönül, Muzaffer Baştopçu
CHP: Mehmet Cevdet Selvi, Hikmet Erenkaya
MHP: Cumali Durmuş

KONYA

AKP: Sami Güçlü, Hasan Angı, Özkan Öksüz, Orhan Erdem, Ayşe Türkmenoğlu, Hüsnü Tuna, Harun Tüfekçi, Kerim Özkul, Abdullah Çetinkaya, Mustafa Kabakcı, Ahmet Büyükakkaşlar, Muharrem Candan, Ali Öztürk
MHP: Faruk Bal, Mustafa Kalaycı
CHP: Atilla Kart

KÜTAHYA

AKP: Soner Aksoy, İsmail Hakkı Biçer, Hüsnü Ordu, Hasan Fehmi Kinay, Hüseyin Tuğcu
MHP: Alim Işık

MALATYA

AKP: Mahmut Mücahit Fındıklı, Ömer Faruk Öz, Öznur Çalık, İhsan Koca, Fuat Ölmeztoprak, Mehmet Şahin
CHP: Ferit Mevlüt Aslanoğlu

MANİSA

AKP: Bülent Arınç, Hüseyin Tanrıverdi, Mehmet Çerçi, Recai Berber, İsmail Bilen, Bahadır Nahit Yenişehirlioğlu
CHP: Şahin Mengü, Mustafa Erdoğan Yetenç
MHP: Mustafa Enöz, Erhan Akçay

KAHRAMANMARAŞ

AKP: Mehmet Sağlam, Veysi Kaynak, Nevzat Pakdil, Avni Doğan, Fatih Arıkan, Cafer Tatlıbal
CHP: Durdu Özbolat
MHP: Mehmet Akip Paksoy

MARDİN

AKP: Süleyman Çelebi, Mehmet Halit Demir, Cüneyt Yüksel, Gönül Bekin Şahkullubey
Bağımsız: Ahmet Türk, Emine Ayna

MUĞLA

CHP: Fevzi Topuz, Gürol Ergin, Ali Arslan
AKP: Yüksel Özden, Mehmet Nil Hıdır
MHP: Metin Ergun

MUŞ

AKP: Medeni Yılmaz, Seracettin Karayağız
Bağımsız: Sırrı Sakık, Nuri Yaman

NEVŞEHİR

AKP: Ahmet Erdal Feralan, Rıtvan Köybaşı, Mahmut Dede

NİĞDE

AKP: İsmail Göksel, Muharrem Selamoğlu
MHP: Mümin İnan

ORDU

AKP: Mehmet Hilmi Güler, Eyüp Fatsa, Enver Yılmaz, Mustafa Hamarat, Ayhan Yılmaz
CHP: Rahmi Güner
MHP: Rıdvan Yalçın

RİZE

AKP: Bayram Ali Bayramoğlu, Lütfi Çırakoğlu
Bağımsız: Mesut Yılmaz

SAKARYA

AKP: Şaban Dişli, Hasan Ali Çelik, Erol Aslan Cebeci, Ayhan Sefer Üstün, Recep Yıldırım
MHP: Münir Kutuata

SAMSUN

AKP: Mustafa Demir, Cemal Yılmaz Demir, Suat Kılıç, Birnur Şahinoğlu, Ahmet Yeni, Fatih Öztürk
CHP: Ahmet Haluk Koç, Suat Binici
MHP: Osman Çakır

SİİRT

AKP: Afif Demirkıran, Mehmet Yılmaz Helvacıoğlu
Bağımsız: Osman Özçelik

SİNOP

AKP: Abdurrahman Dodurgalı, Kadir Tıngıroğlu
CHP: Engin Altay

SİVAS

AKP: Mehmet Mustafa Açıkalın, Hamza Yerlikaya, Selami Uzun, Osman Kılıç
CHP: Malik Ecder Özdemir
Bağımsız: Muhsin Yazıcıoğlu

TEKİRDAĞ

AKP: Tevfik Ziyaettin Akbulut, Necip Taylan
CHP: Enis Tütüncü, Faik Öztrak
MHP: Kemalettin Nalcı

TOKAT

AKP: Şükrü Ayalan, Zeyid Aslan, Osman Demir, Hüseyin Gülsün, Dilek Yüksel
CHP: Orhan Ziya Diren
MHP: Reşad Doğru

TRABZON

AKP: Faruk Nafiz Özak, Cevdet Erdöl, Kemalettin Göktaş, Mustafa Cumur, Safiye Seymenoğlu, Asım Aykan
CHP: Mehmet Akif Hamzaçevi
MHP: Süleyman Latif Yunusoğlu

TUNCELİ

Bağımsız: Kamer Genç, Şerafettin Halis

ŞANLIURFA

AKP: Sabahattin Cevheri, Zülfikar İzol, Eyüp Cenap Gülpınar, Yahya Akman, Abdurrahman Müfit Yetkin, Çağla Aktemur Özyavuz, Ramazan Başak, Abdülkadir Emin Önen, Mustafa Kuş, Hüseyin Ataş
Bağımsız: İlhami Bilici

UŞAK

AKP: Mustafa Çetin, Nuri Uslu
CHP: Osman Coşkunoğlu

VAN

AKP: Hüseyin Çelik, İkram Dinçer, Kerem Altun, Kayhan Türkmenoğlu, Gülşen Orhan
Bağımsız: Fatma Kurtulan, Özdal Uçer

YOZGAT

AKP: Mehmet Çiçek, Bekir Bozdağ, Abdülkadir Akgül, Mehmet Yaşar Öztürk, Osman Coşkun
MHP: Mehmet Ekici (MHP)

ZONGULDAK

AKP: Köksal Toptan, Fazlı Erdoğan, Polat Türkmen
CHP: Ali Koçal, Ali İhsan Köktürk

AKSARAY

AKP: Ali Rıza Alaboyun, Ruhi Açıkgöz, İlknur İnceöz
MHP: Osman Ertuğrul

BAYBURT

AKP: Ülkü Gökalp Güney, Fetani Battal

KARAMAN

AKP: Lütfü Elvan, Mevlüt Akgün
MHP: Hasan Çalış

KIRIKKALE

AKP: Vahit Erdem, Mustafa Özbayrak, Turan Kıratlı
MHP: Osman Durmuş

BATMAN

AKP: Ahmet İnal, Mehmet Emin Ekmen
Bağımsız: Ayla Akat Ata, Bengi Yıldız

ŞIRNAK

AKP: Abdullah Veli Seyda
Bağımsız: Hasip Kaplan, Sevahir Bayındır

BARTIN

AKP: Yılmaz Tunç
CHP: Muhammet Rıza Yalçınkaya

ARDAHAN

AKP: Saffet Kaya
CHP: Ensar Öğüt

IĞDIR

AKP: Ali Güner
Bağımsız: Pervin Buldan

YALOVA

AKP: İlham Evcim
CHP: Muharrem İnce

KARABÜK

AKP: Mustafa Ünal, Mehmet Ceylan, Cumhur Ünal

KİLİS

AKP: Hasan Kara, Hüseyin Devecioğlu

OSMANİYE

AKP: İbrahim Mete Doğruer, Durdu Mehmet Kastal
MHP: Devlet Bahçeli, Hakan Coşkun

DÜZCE

AKP: Yaşar Yakış, Celal Erbay, Metin Kaşıkoğlu

Oy Gündemi-1 Seçim Hakkında

Türkiye, 1946'dan bu yana 16. kez sandık başında. 42 milyon 533 bin seçmen, 699'u bağımsız toplam 7 bin 395 adaydan 550'sini seçerek Meclis'e gönderecek

Türkiye'nin aylardır tartıştığı ve başta cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere parlamenter rejimin geleceğine yönelik önemli konularda belirleyici olacak 22 Temmuz erken genel seçimi bugün yapılacak. 42 milyon 533 bin seçmen, 14 siyasi parti ve 699 bağımsız aday arasından tercihini yaparak, 5 yıl görev yapacak olan yeni parlamentoyu oluşturacak.
1945'te çok partili yaşama geçen, ilk kez 21 Temmuz 1946'da sandık başına giden Türkiye 16. seçimini yapıyor. Birleşik oy pusulasındaki sıralarına göre seçimde şu 14 parti yarışacak:
"ATP, BTP, Saadet Partisi, İP, CHP, HYP, ÖDP, Genç Parti, DP, LDP, MHP, AKP, EMEP, TKP"

699 bağımsız aday

14 siyasi parti, toplam 85 seçim çevresinde 6 bin 695 aday gösterdi. DTP ve BBP'nin bağımsız adaylarla girme kararının da etkisiyle, bugün yapılacak seçimde rekor sayıda bağımsız aday da yarışacak. İstanbul bağımsız milletvekili adayı Tuncay Şeyranlıoğlu'nun öldürülmesiyle toplam sayıları 699'a düşen bağımsız adaylar, yeterli oyu alarak TBMM'ye girmeye çalışacak.
Bağımsız adayların isimleri, ilk kez bugün yapılacak seçimde birleşik oy pusulalarında yer alacak. Bu nedenle YSK, her il için ayrı oy pusulası bastırdı. Bağımsız adayların sayısına göre, her ildeki pusula uzunluğu ya da genişliği farklılık gösteriyor. Oy pusulalarının en büyüğü, 88 x 20 santimetre ile İstanbul 1. Bölge'de hazırlandı. Zarfların büyüklüğü de pusulaların ebadına göre değişiyor.

42 milyon seçmen

Türkiye genelindeki 158 bin 700 sandıkta toplam 42 milyon 533 bin 41 seçmen oy kullanacak.
Seçimde İstanbul 70, Ankara 29, İzmir, 24, Adana 14, Diyarbakır 10 milletvekili çıkaracak. Bingöl, Bilecik, Artvin, Bayburt, Ardahan, Kilis, Bartın ve Iğdır'dan sadece 2 milletvekili çıkacak.

Yine boyanacağız

Mükerrer oy kullanılmasını engellemek için yine parmağa çıkmaz boya sürülecek. Sandık kurulu başkanı oy kullandıktan sonra seçmenin imzasını alacak. İmzayı atan seçmenin işaretparmağı çıkmaz boyayla boyanacak. Eli ya da parmakları bulunmayan engelli seçmenlerin boyunlarına çıkmaz boya sürülecek.
Oy verme işlemi sırasında yaşlılara, hamilelere ve engellilere öncelik tanınacak. Engelliler kabine girecek yakınlarının yardımıyla oy kullanabilecek. Ancak aynı kişi birden fazla kişiye yardım edemeyecek.

Oyunuz geçersiz sayılmasın

Sandık kurulu başkanı, makul süreden fazla kabinde kalanları uyarıp kabinden çıkarabilecek. Okuma-yazma bilmeyenlere yardım edilecek. Zarflara oy pusulasından başka bir şey konulmuşsa, mühür basılmamış ya da birden fazla adaya basılmışsa oy geçersiz sayılacak. Sandıklar açıldıktan sonra zarf sayısı, seçmen sayısından fazla olursa geçerli zarflar sayılacak. Hâlâ fazla çıkarsa, eşitliği sağlayacak sayıda zarf gelişigüzel seçilerek imha edilecek.

24.00'e kadar alkol yasağı

Seçim günü yasakları ve cezaları şöyle:
  • Saat 06.00'dan 24.00'e kadar tatil beldeleri dahil hiçbir yerde alkollü içki satılamayacak. Bu saatlerde eğlence yerleri de kapalı olacak. Ruhsatlı da olsa silah taşınamayacak ve seçimle ilgili tahminde bulunulamayacak.
  • Oyunu kullandıktan sonra sandık başından ayrılmayanlar 3 aydan 1 yıla, oy vermeye gelmeyenler adına oy kullananlar 3 yıldan 5 yıla, mükerrer oy kullananlar 6 aydan 2 yıla, içki satanlar 3 aydan 6 aya kadar hapisle cezalandırılabilecek.



  • Saatler farklı

    YSK, güneşin doğuş ve batış saatlerini göz önüne alarak oy verme işleminin saat 07.00'de başlayıp, 16.00'da bitecek illeri, Adıyaman, Ağrı, Artvin, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Mardin, Muş, Ordu, Rize, Siirt, Sivas, Trabzon, Tunceli, Şanlıurfa, Van, Bayburt, Batman, Şırnak, Ardahan, Iğdır ve Kilis olarak belirledi.
    Bunun dışındaki tüm illerde, 08.00 - 17.00 saatleri arasında oy kullanılacak.


    Kimliksiz gelmeyin

    Seçmenlerin evden çıkarken yanlarına mutlaka nüfus kâğıdı, resmi dairelerin soğuk damgalı kimlik kartı, pasaport, ehliyet veya evlenme cüzdanından birini alması gerekiyor. Evlerine gönderilen seçmen bilgi kartlarını da yanlarına almaları gereken seçmenlerden bilgi kartı bulunmayanlar, kimliğiyle oy kullanabilecek.
    Oy kullanacağı yeri bilmeyen www.ysk.gov.tr internet adresinden öğrenebilecek.


    Sonuç haftaya

    YSK'nın, seçim sonuçlarını 29 Temmuz'da açıklaması bekleniyor. Buna göre yeni parlamento 3 Ağustos'ta toplanacak ve milletvekilleri ant içerek göreve başlayacak. 8 Ağustos'a kadar adaylar belirlenerek, 13 Ağustos'a kadar TBMM Başkanlığı seçimi tamamlanacak. Anayasa'ya göre bu aşamadan sonra 30 günlük cumhurbaşkanlığı seçimi takviminin başlatılması gerekiyor. 30 günlük sürede cumhurbaşkanı seçilemezse genel seçim yenilenecek.

    Türkiye'de İktisat Politikalarının Gelişimi 1923-2003

    Giriş

    Ekonomik yapının geri kaldığı Osmanlı Devleti’nin son dönemi ile Cumhuriyet yönetimine geçişte sekiz yıl ve bu sürenin son dört yılındaki Anadolu’daki ölüm-kalım savaşı, Cumhuriyet dönemindeki iktisat politikası arayışlarını ve kurumsal yapıyı derinden etkilemiştir. Bununla birlikte elde edilen başarılar veya başarısızlıklar tümüyle geçmişe bağlı değildir. Her dönemin kendi içerisindeki oluşumlar da bu gelişmeleri etkilemiştir. Bu yüzden iktisat politikası uygulamaları ve dönüşümlerinin başarı ve başarısızlıklarının yargılanması yerine saptamalar üzerinde durmaktayız. Bu açıdan bakıldığında, çalışma; Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadarki seksen yıllık dönemi kapsayan geniş bir süreci resmetmekle birlikte analiz açısından bir durum saptaması niteliği taşımaktadır.

    Bu saptamalar, günümüze kadarki gelişme sürecini belirli dönemlere ayırarak yapılmaktadır. Dönemleme önemli bir sorundur ve incelenen ve öne çıkarılan konular açısından çok farklı şekillerde yapılabilir.

    Bizim yaklaşımımız[1], 1923’ten günümüze kadar geçen süreyi üç genel döneme -1923-1946, 1946-1980 ve 1980’den günümüze- ve bunları da genel dönemlemelerden özü itibariyle ayrılamayan ve analizi kolaylaştıran alt bölümlere ayırmaktır. Böyle bir dönemlemenin yapılmasında önemli gördüğümüz iki husus rol oynamaktadır. İlki, ulus-devlet kurma çabası, ikincisi dünya konjonktüründeki gelişmeler. Aslında ulus-devlet kurma çabasının 1923-1980 dönemini kapsadığını söylemek yanlış olmaz. Ancak bu dönemin iki aşaması bulunmaktadır. 1923-1946 yıllarını kapsayan birinci dönem henüz dünyada egemen bir düzenin olmadığı süreyi, 1946’dan 1980’e kadar ise dünya düzeninde böyle bir egemen gücün olduğu (Pax Americana) süreyi ifade etmektedir. 1923-1980 arasındaki sürecin Türkiye’deki iktisat politikalarını etkileyen ve şekillendiren unsurları ise dönem dönem hızlanan karma ekonomi ve ithal ikamesi -1930 sonrasında Keynesçilikle birleşen- ile sosyal refah devleti uygulamalarıdır.

    1980 sonrası döneme damgasını vuran gelişme ise ulus-devletin yeniden yapılanması ve yeni devlet modelini bulma arayışlarının küreselleşmenin ikinci dalgası ile biçimlenmesidir.

    1. 1923-1946 Dönemi

    1.1. Dışa Açık Ekonomi: 1923-1929

    Genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, dünya ekonomisi içinde hammadde ihracatçısı, sınai ürün ithalatçısı ve dış borçlanmalar, Duyun-u Umumiye İdaresi ile sürekli imtiyazların verilmiş olduğu bir iktisadi yapıyı devralmıştır[2]. 1923-1929 arasındaki yıllar devlet işletmeciliği ve müdahalelerinin asgari düzeyde tutulduğu ve piyasa şartlarında sanayileşmenin benimsendiği yıllardır. Bunda iki önemli husus rol oynamıştır. Birincisi ilk yıllardaki mevcut ekonomik tablo, ikincisi de dönem içerisindeki gelişmelerdir.

    İlk yılların ekonomik tablosunu yokluklar belirlemektedir. Bu yoklukların en başında ise milli ellerde sermaye birikiminin olmaması gelmektedir. İlk yıllardaki iktisat politikalarının atmosferinde ve daha sonraki uygulamalarda bu yoklukları ortadan kaldıracak, sermaye kazançlarını milli olmayan unsurlardan milli unsurlara aktaracak, kalkınma hamlesini devlet desteğiyle ve milli özel girişimci eliyle sağlayacak milli iktisat anlayışı bulunmaktadır[3]. Ancak Lozan Antlaşmasının gümrüklerle ilgili düzenlemeleri nedeniyle korumacı, sanayileşmeci milli iktisat anlayışı arka planda kalmıştır.

    Dönem içinde iktisat politikalarını etkileyen iki önemli gelişme, İzmir İktisat Kongresi ve Lozan Barış Antlaşmasıdır. Atatürk daha Cumhuriyet ilan edilmeden Şubat 1923’te İzmir’de, izlenecek iktisat politikalarının ve iktisadi kalkınma hamlelerinin tespiti için iktisat kongresini toplamıştı[4]. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada Batının birtakım kurum ve kuralları alınarak en kısa zamanda iktisadi ve toplumsal gelişmeye ulaşılması istenmekteydi.

    İlk yılların iktisat politikalarına damgasını vuran ve iktisat politikalarında dışa açık bir yapının izlenmesine neden olan diğer önemli gelişme Lozan Barış Antlaşması’dır. Antlaşmanın 28. maddesinde Türkiye’de kapitülasyonların her bakımdan kaldırıldığı hükme bağlanmakla birlikte diğer iki önemli gelişme lehimize sonuçlanmamıştır. Antlaşma hükmü gereği, gümrük tarifelerinin beş yıl süre ile 1916 yılındaki seviyede tutulması, sınai üretimi bir süre daha gümrük korumasından mahrum bırakmıştır. Ayrıca Osmanlı dış borçlarından bir bölümü genç Cumhuriyet tarafından devranılmış ve daha başlangıçta borç yükü altına girilmiştir.

    Bu tarihlerde iktisat politikası ile ilgili kararları uygulamak amacıyla bir dizi düzenleme de yapılmıştır[5]. Ancak bütün çabalara rağmen ülke arzu edilen düzeyde hızlı bir sanayileşme atılımı gösterememiştir. Bunun nedeni yukarıda izah edilen faktörlerin yanısıra, altyapı, sermaye, girişimci ve teknik eleman yetersizliğidir. Yabancıların belirsizlik nedeniyle yeni yatırımlara gitmemesi ve gayrı müslim azınlıkların ülkeyi terk etmesi sınai üretimi olumsuz etkileyen diğer nedenlerdir. Devletin sanayiye yatırım yapmak eğilimi vardır, ancak yetersiz kamu sermayesinin önemli bir bölümü demiryolu yapımı ve yabancıların elindeki demiryollarının satın alınmasında kullanılmıştır. Milli iktisat anlayışı içerisinde sermayenin yerli ellerde toplanması istenmektedir.

    Bu dönemde Milli İktisat anlayışının da etkisiyle para politikasında sağlam ve istikrarlı para anlayışı hakim olurken maliye politikasında denk bütçe ve düzgün ödeme ilkesi benimsenmiştir. Genişlemeci bir maliye politikasından titizlikle kaçınılırken, açık finansmana ve borçlanmaya sıcak bakılmamış, önce gelirin edinilmesi sonra harcanması söz konusu olmuştur. Bu dönemde zaten merkez bankasının bulunmayışı kağıt para arzının artırılması ihtimalini de ortadan kaldırmıştır. Para ve kredi faaliyetlerini düzenleyecek bir milli bankanın kurulmasına ilişkin İzmir İktisat Kongresi’nde başlatılan faaliyetler ancak 11 Haziran 1930’da 1715 Sayılı yasayla T.C. Merkez Bankası’nın kurulmasıyla sonuçlanmıştır[6].

    1.2. Devletçilik: 1930-1939

    1930 ve 1931 yılları korumacı-devletçi iktisat politikalarının hakim olduğu döneme geçişi temsil eden yıllardır.Dünya ekonomisinin girdiği büyük bunalım yıllarında Türkiye ekonomisi dışa kapanarak devlet eliyle bir sanayileşme hamlesine girmiştir. Krizin hammadde fiyatlarını sanayi fiyatlarından daha çok düşürmesi sonucu bir önceki dönemdeki serbest ticaret-açık kapı politikalarının sürdürülmesinin dış ticarette yaratacağı olumsuz gelişmeler sezilmişti. 1929’da Lozan’ın sınırlamalarının da son bulmasıyla ithalatı denetleyen koruma önlemlerine başvurularak koruma duvarları altında eskiden ithal edilen sınai tüketim mallarında ithal ikameci yatırımlara gidildi. Böylece bunalım döneminde azgelişmiş ülkelerin sanayisiz yapıyı değiştirmeye yönelik ilk adımlarına Türkiye de katıldı.

    Devletçi iktisat politikaları iki şekilde yürütüldü. İlki devlet işletmeciliği, ikincisi de fiyat mekanizması, dış ticaret gibi konularda iktisadi yaşamın kontrol yoluyla düzenlenmesi. Bu kapsamda bir dizi kanun ve düzenleme çıkarıldı.

    Bu yıllarda Türkiye planlama deneyimi de yaşadı. Hatta Sovyetler Birliği’nden sonra dünyada ilk planlama deneyimlerinden birinin Türkiye’de yaşandığı söylenebilir.

    1930-1939 yılları genel olarak değerlendirildiğinde, dünya ekonomisi krizin etkileri ile uğraşırken ve geri kalmış ülkelerin birçoğunu da bu bunalıma çekerken, Türkiye’nin bir ölçüde krizin dışında kalmayı başardığı ve sanayileşme adına önemli adımlar attığını söylemek mümkündür. Bunu da mümkün olduğu kadar dışa kapalı bir iktisat politikası ışığında ve kamunun sanayi teşebbüslerinin yatırımlarını planlama çabaları ile gerçekleştirmiştir.

    1.3. Savaş Yılları: 1940-1945

    1940-1945 yılları savaş yıllarıdır. Bu dönemde, savaşın çıkması ile birlikte seferberlik havasına giren Türkiye’de, faal nüfusun önemli bir kısmının silah altına alınması ve devlet bütçesinin giderek artan oranının savunma giderlerine ayrılması, kısaca 1940-1945 arasında ülkenin bir savaş ekonomisine girmesi söz konusudur.

    Dönemin tümü dikkate alındığında temel ve ara malların dağıtımının devlet eliyle yapıldığı; resmen özel ticarete bırakılan alanlarda ise Milli Korunma Kanunu’nun[7] öngördüğü polisiye tedbirlerinin ve fiyat kontrollerinin uygulandığı söylenebilir. Varlık vergisinin[8] de aynı doğrultuda uygulandığı belirtilmelidir[9]. Söz konusu düzenlemelerin hangi alanlarda ve nasıl etkiler yarattığı konusu çalışmamızın çerçevesini aşacağı için burada girmeyeceğiz. Ancak savaş ekonomisinin gerektirdiği koşullar içinde bu önlemlerin kaçınılmaz olmakla birlikte, karaborsa, vurgun ve spekülasyon ortamını da beraberinde getirdiği, bu ortam içinde Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinde önem taşıyan sermaye birikimi rejimine de yol açtığını vurgulamadan geçemeyeceğiz[10].

    2. 1946-1980 Dönemi*

    2.1. Yeni Dünya Düzeni (Serbest Dış Ticaret): 1946-1960

    1929 Büyük Dünya Bunalımı ve devam eden yıllarda yaşanan İkinci Dünya Savaşı korumacı, ithal ikameci politikaları gündeme getirmiştir. Bu süreçte devletin ekonomiye müdahalesi ve teorik ve pratik altyapısının uluslararası Keynesçilikle atılmış olması savaş sonrasında ithal ikameci birikim modelinin AGÜ’lerde benimsenmesinin ön hazırlığı olmuştur. Bu çerçevede tek merkez devlet konumundaki ABD’den yayılan üretken sermaye, çevre ülkelerdeki sanayileşmenin yönünü belirlemiştir[11] .

    Türkiye’de tek partili rejimden çok partili parlamenter rejime geçiş yılı olan 1946, iktisadi yapıdaki dönüşümlerin de başlangıcı sayılabilir. Savaş sırasında İsmet İnönü’nün Türkiye’nin savaşa girmesini önlemesi ve Fransa ve İngiltere ile ilişkileri sürdürmesi, bundan sonra da ilişkilerin batı ile devam ettireceğini gösteriyordu. Bu oluşum çok partili sisteme geçmeyi zorunlu hale getiriyordu. Bunun ekonomik anlamdaki yansıması ise devletçilikten ayrılıp liberal ekonomiye yönelmeydi.

    İkinci Dünya Savaşı yıllarında, özellikle ticaret sermayesi birikiminin hızla artması ve bu kesimin iç ve dış etmenlerin de katkısıyla toplumsal ve ekonomik gelişmelerde ön plana çıkması dönüşümün belirleyici özelliği olmuştur. Bu özellik, tarım kesiminde hızlı makineleşme, yeni alanların tarıma açılması, fiyat destekleme politikaları ile kırsal kesimin pazara yönelmesi ile destek kazanmıştır[12].

    Kırsal alanın pazara açılması ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyada esen tüketim rüzgarları ve bundan Türkiye’nin de etkilenerek yerli tüketim kalıplarını değiştirmeye başlaması iç pazarın genişlemesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan 1929 yılına kadar gözlenmiş olan ekonomide serbest dışa açık politikaların 1946 yılından itibaren, fakat farklı bir ortamda yeniden gündeme geldiği söylenebilir[13]. Türkiye 1930 öncesinde olduğu gibi, temel tarım ürünleri ve hammadde ihracatçısı ve mamul mal ithalatçısı konumuna bürünmüş, ABD de bu yapının sürdürülmesinde ısrar etmiştir[14].

    Savaş sonrasında yeterli döviz rezervi bulunan hatta dış ticaret fazlası olan Türkiye, dünya ekonomisindeki serbestleşme doktrininin etkisiyle dış yardım arama çabasına girişmiş ve Truman Doktrini, daha sonra da Marshall Planı çerçevesinde dış yardım almıştır.

    Dönem içinde, özellikle de 1950’de Demokrat Parti’nin iktidar olmasından 1954 yılına kadar, dışa kapalı ve korumacı, içe dönük iktisat politikaları hızla terk edilmiş, serbest dış ticaret rejimi benimsenerek, dış pazarlara yönelik bir kalkınma anlayışı izlenmiştir[15]. Ancak, ithalat artışının dış açıkları kronik hale getirmesiyle, ekonomik yapı dış yardım, kredi ve yabancı sermaye yatırımlarına dayanarak ayakta durabilen bir duruma gelmiştir.

    Kronikleşen dış açıkların finanse edilme biçimi ise döviz bağımlılığı koşullarının yaratılma sürecini hızlandırmada büyük rol oynamıştır. Bu yıllarda her yıl dış açık verilmeye başlanmasına rağmen ülkeye verilen dış yardımlar döviz kıtlığı koşullarının oluşmasını bir süre engellemiştir. Bu süreç ise ilerde döviz bağımlılığını giderek belirgin hale getirmiştir.

    1954 yılından itibaren gerek dış ticarette gerek tarım sektöründe meydana gelen tıkanmalar sonucunda tarıma ve dış ticarete dayalı sanayileşme politikası terkedilerek, yerine sanayileşmeye öncelik veren korumacı, ithal ikamesine yönelik politikalar tercih edilmiştir. Türkiye bu dönemden itibaren iç pazara yönelik, tüketim malları üretimini ön plana çıkaran bir ithal ikameci sanayileşme sürecinde yol almaya başlamıştır[16].

    İthal ikameci sanayileşmenin uygulandığı, dönemin ikinci yarısında da enflasyon oranı düşürülememiş, dış ticaret açıkları kapatılamamıştır. 1958 yılına doğru Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı dış yardımların gereken düzeyde sürdürülebilmesi için bir istikrar programının uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür. Türkiye dış yardımların kesilmesini göze alamadığından 4 Ağustos 1958’de istikrar programını uygulamaya koymuştur.

    Programla devalüasyon yapılmış, dış ticaret rejimi yeniden düzenlenmiş, para arzı kontrol altına alınmış, KİT ürünlerinin fiyatları yükseltilmiştir. Ancak bu yıllarda devalüasyon ve KİT fiyatlarının yükseltilmesi fiyatlar genel seviyesinin hızla yükselmesine yol açmış, fiyat artışları 1959 yılında da devam etmiştir.

    Sonuç olarak 1958 istikrar programı da enflasyonu önlemede ve ödemeler dengesi açıklarını gidermede başarılı olamamış ve 1959 yılında ekonomide bir durgunluk baş göstermiştir.

    2.2. Planlama ve İthal İkamesinde Birinci Aşama :1960-1970

    1950-1960 yıllarını kapsayan on yıllık dönem boyunca muhalefetin de etkisiyle sürekli, iktidarın plansız uygulamalarının yarattığı olumsuz gelişmelerden söz edilmiş; bu durum kamuoyunda bir planlama özlemi doğurmuş ve Türkiye’de tüm sorunların planlama ile çözülebileceği kanısı uyanmıştır. 27 Mayıs 1960 tarihinde Silahlı Kuvvetler ülke yönetimine el koyduğunda ekonomi 1958 bunalımından çıkmıştır, ancak 1950’lerin sonunda yaşanan maliye ve dış ödemeler dengesizliklerinin yarattığı piyasa kıtlıkları iktisadi plan konusunu iyice gündeme oturtmuştur[17]. Ekonomiyi planlara bağlamak, yatırımları planlarla yürütmek Demokrat Parti’nin siyasi anlayışına ters düşmesine rağmen ABD ve dış yardım kuruluşlarının çevre ülkelerin içe dönük sanayileşme modelinin işleyebilmesi için planlamanın gerekli olduğu yönündeki telkinleri, dış yardımların tehlikeye düşmesi olasılığı karşısında Türkiye’yi dönemin siyasi iktidarı tarafından bir Koordinasyon Bakanlığı’nın kurulmasına kadar götürmüştür[18]. Bu açıdan bakıldığında planlı bir ekonomiyi dış borç veren çevreler de istemektedir. Verilen borçların geri alınması açısından, dış borçlanma ve yabancı sermaye girişi, ekonominin belirli programlara göre düzenlendiği güvenilir ve açık bir ortamı gerektirmektedir. Nitekim daha sonra Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın hazırlanmasında katkıda bulunacak olan Tinbergen incelemeler yapmak üzere Türkiye’ye gelmiş ve bir iktisadi danışma kurulu kurulmuştur[19].Söz konusu gelişmeler 1960 sonrası planlamanın çekirdeğini oluşturmuştur.

    1960’lar planlama çerçevesinde ithal ikameci sanayileşme stratejisinin temel hedefleri doğrultusunda başarılı sayılacak uygulamaların yaşandığı yıllar olmuştur. İthal ikameci sanayileşme politikası her ne kadar yoğun devlet müdahalesini zorunlu olarak içinde barındırsa da bu noktada müdahaleler daha çok özel kesimin sermaye birikim koşullarının sağlanmasına yönelik olmuştur.

    Milli Birlik Hükümeti’nin desteğini alan ve bir süper bakanlık hüviyetine bürünen DPT’nin vasıtasıyla bu dönem içerisinde KİT’lerin Merkez Bankası tarafından para basılarak finanse edilmesine son verilmiş, yine KİT’lerin birbirlerine olan borçları temizlenerek kamu kuruluşlarının Merkez Bankası’na olan net borçları Hazine’ye devredilmiştir[20].

    1960’lı yılların sonuna doğru KİT’lerin Merkez Bankası’ndan borç alma yolu kapanmış olmasına rağmen, hükümetin para basarak gelirlerinin üstünde harcama yapması ve popülist amaçlarla sübvansiyon dağıtma geleneğini devam ettirmesi, ayrıca dış borçlar konusunda yaşanan olumsuzluklar 1950’lerin sonunda yaşanan sürecin tekrar karşımıza çıkmasına neden olmuştur[21].

    2.3. İthal İkamesinde ikinci Aşama: 1970-1980

    Türkiye ekonomisi 1960’lı yılların sonuna kadar tarım, hizmetler, sanayi ve diğer sektörlerde önemli gelişmeler kaydetmiştir. Fakat, bu gelişmelerin büyük bir bölümü dış borçlardan karşılanmıştır. Böyle bir gelişme stratejisinin ekonomiyi eninde sonunda büyük bir darboğaza sürükleyebileceği kolayca tahmin edilebilir. 1970 yılında söz konusu darboğazı aşabilmek, iç kaynakların etkin kullanımını sağlamak ve yeni kaynaklar yaratmak amacıyla, dönemin hükümeti, bir yandan Finansman Kanunu ile yeni vergi düzenlemelerine giderken, bir yandan da ihracatın sürekli olarak plan ve programlarda gösterilen hedeflerin altında kalması nedeniyle %66,6 oranında devalüasyon yaparak Türk Lirası’nın değerini düşürmüştür.

    Devalüasyondan sonra hızlanan ihracat ve işçi dövizi girişi nedeniyle döviz rezervleri artmış, fakat daha sonraki yıllarda özellikle petrol fiyatlarındaki yükselme sonucu artan döviz gereksinimleri ve ihracatın gerilemesi nedeniyle rezervler kısa sürede erimiş ithalatı karşılamak için aşırı bir şekilde borçlanmaya gidilmiştir.

    Borçlanmanın kolayca yürütülebilmesi için dış ticaret ve kambiyo rejimlerinde yeni ayarlamalara gidilmiş, dış kaynak bulabilmek için daha önce kullanılmış olan yöntemler tekrar güncelleştirilmeye çalışılmıştır(Türkiye’de DÇM[22] gibi).

    Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, Türkiye uzun bir süre ithal ikame sanayileşme politikası izlemiştir. 1954 yılı ve sonrasındaki döviz bunalımı yıllarında, ithal ikamesi sermaye birikiminin en önemli kaynağı olmuştur. 1960 sonrasında ise, ithal ikamesi, planlar ve diğer yasal ve kurumsal düzenlemelerle resmileşmiştir. Türkiye ekonomisi, ithal ikamesinin birinci aşaması sayılan ve birinci plan dönemini kapsayan 1963-1967 döneminden sonra, 1970’li yıllardan itibaren ithal ikamesinin ikinci aşaması olan ara ve sermaye malları ikamesi aşamasına geçmiştir. Dönem boyunca petrol krizinin yarattığı olumsuz gelişmelere rağmen stratejide herhangi bir değişiklik olmamıştır[23]. Ancak, dönemin sonunda ithal ikamesinin büyümeye olan katkısının negatif olduğu ortaya çıkmıştır. Ayrıca, ekonominin ithalata olan bağımlılığı da artmıştır.

    Türkiye’de, ithal ikamesi kapsamında yürütülen korumacı ve popülist politikalar, ülkeyi üretmeden tüketir hale getirmiş ve bu tüketim yapısı ısrarla sürdürülmeye çalışılmıştır. Bu şekildeki bir yapılanma nedeniyle, özel kesim daha karlı bulduğu iç pazara yönelmiş, ithalata bağımlılık giderek artmış ve ithal ikamesinden beklenen dışarıyla rekabet edebilecek ve ihracata yönelebilecek bir sanayi yapısı kurulamamıştır. Dönem içerisinde, işçi dövizleri, DÇM ve kolay bulunabilen kısa vadeli dış borçlar, söz konusu yapıyı 1979’a kadar taşımıştır[24]. Ancak bu yıllarda, yeni petrol zamları, vadesi gelen dış borçlar ve siyasal istikrarsızlıklar ülkeyi tam bir çıkmaza sokmuştur.

    3. 1980’den Günümüze

    3.1. 1980-1990 Dönemi: 24 Ocak Kararları

    Türkiye’nin ithalatında önemli bir kalem olan petrol fiyatının yükselmesi döviz ihtiyacını önemli ölçüde artırırken buna bir de dış borç bulmada karşılaşılan sorunlar eklenince, Türkiye üretimde kullanılan girdilerini ithal edememeye başlamış, temel mallarda ortaya çıkan kıtlıklar ise karaborsa ve kuyrukları doğurmuştur.

    Ekonomideki bu tıkanmanın aşılabilmesi için yeni dış kaynak arayışına girişilmiştir. Dünya Bankası, IMF gibi dış kaynak sağlayan kuruluşlar bu yardımları ekonomide yapısal bir dönüşüm yapılması şartına bağlamışlardı. Bunun üzerine 1980 yılında bu yapısal dönüşümleri de içeren ‘’24 Ocak Kararları’’olarak anılan bir dizi önlem uygulamaya konuldu. 24 Ocak Kararları her ne kadar kararlılık önlemleri gibi algılansa da yeni bir dönüşümün temel taşlarını koyarak kalıcı öğeler taşımaktadır.

    Söz konusu önlemlerle ‘’ithal ikameci’’ kalkınma politikasından ‘’ihracata yönelik’’kalkınma politikasına geçilmiş, 80’li yıllar boyunca bu kararlara çeşitli eklemeler yapılmış, değişikliklere gidilmiş fakat ana tema değiştirilmemiştir[25]. Yapılan düzenlemelerle, ekonominin dışa açılması, piyasa mekanizmasının geliştirilmesi, kamu kesiminin sınırlanması, enflasyonun kontrol altına alınması, yabancı sermayenin teşviki hedeflenmiştir.

    3.2. 1990-1995 Dönemi: 5 Nisan Kararları

    1984-1989 yılları arasında Türkiye ekonomisinde bir genişleme dönemi yaşanmıştır. Bu dönemde Batı ekonomilerinde meydana gelen canlanma, Türkiye’nin izlediği ihracata dayalı büyüme stratejisi ile de örtüşerek ihracatın artmasına neden olmuş ve Türkiye ekonomisi bir genişleme sürecine girmiştir. Fakat 1990’a gelindiğinde dış dünyada iki önemli gelişme Türkiye ekonomisini direkt olarak etkilemiştir. Bunlar, İran-Irak savaşının sona ermesi ve 1990 Körfez Krizidir. Bu iki dış gelişme Türkiye için önemli iki pazarın kaybolmasına neden olmuştur. Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren ve etkileyen bu iki gelişmeye ek olarak dünya ekonomisinde de bir daralma süreci yaşamıştır. Tabi ki, bunların hepsi birlikte Türkiye’nin ihracatı üzerinde olumsuz etki yaratmıştır. Ülke içinde kamu açıklarının enflasyon üzerinde yarattığı baskı ve izlenen kur politikası ile diğer ekonomik kötü gidişat[26] 1994 krizine götüren ortamı hazırlamış ve Nisan ayında ekonomik tedbirlerin alınması kaçınılmaz olmuştur.

    Söz konusu program sıkı maliye politikası ile sıkı para politikası esasına dayalı ortodoks; ücret artışlarının bütçe ödenekleri ile sınırlı tutulduğu, KİT ürünlerinin fiyatlarının önce artırılıp 6 ay sabit tutulduğu heterodoks politikalar içeren karma bir yapıya sahiptir[27].

    Dönemin koalisyon hükümeti 5 Nisan kararlarını alırken temel sorun olarak, kamu finansmanında yaşanan dengesizliği görmüş ve tedbirlerini o yönde almıştı. Buna göre kısa dönemde, yatırım ve cari harcamalar kısılacak ve geçici vergiler kanalıyla kamu dengesi kısa dönemde tutturulacaktı. Bu amaca kısmen de olsa 1994 yılı içinde ve 1995 yılının ortalarına kadar ulaşıldı. Ancak erken seçim dolayısıyla harcamaların tekrar artırılması ve ek gelirlerin sağlanamaması ile başlanılan noktaya geri dönüldü. MB’nın ve Hazine’nin disiplini bozuldu. IMF, erken seçim kararının alınması ile ekonomideki kontrolü bıraktı.

    Seçim sonrası, uzun süren pazarlıklar sonucunda Anayol hükümetinin kurulması ile sorunlar çözülemedi. Koalisyon hükümetinin verimli çalışması mümkün olmadı. Siyasi belirsizlik ekonomide süratle alınması gereken önlemlerin gecikmesine neden olmuştur. O kadar ki, Türkiye ile yeni bir stand-by anlaşması yapabileceğini söyleyen IMF yetkilileri, siyasi belirsizlik dolayısıyla bundan vazgeçerek Türkiye ekonomisinin kötüye gittiğini belirten bir rapor hazırlayarak Türkiye’den ayrılmıştır.

    3.3. Son dönem: 1996-2003

    1996-1998 yılları arasında kısa süreli hükümetler döneminin yaşanması belirsizliği artırırken, orta ve uzun vadeli istikrar programlarının uygulanması da mümkün olmamış, uygulanan önlemler ise bir defalık kaynak bulmaya yönelik kısa vadeli arayışlar olmuştur. Türkiye ekonomisinde 1995 yılında başlayan hızlı büyüme eğilimi, 1998 yılının Nisan ayına kadar devam etmiş, ancak hem yurtiçindeki siyasi istikrarsızlık hem de Güneydoğu Asya’da ve daha sonra Rusya Federasyonu’ndaki mali kriz nedeniyle sona ermiştir

    Bu gelişmelerin sonucunda 1999 yılının sonuna doğru ekonomik görünüm son derece karamsar bir yapıya bürünmüş, ekonomik büyüme -%6.1 olmuş, enflasyon (TEFE) %70’e, Hazine’nin yılllık bileşik faizi ortalama %106’ya ulaşmış, bütçe açıkları ise taşınamaz bir noktaya ulaşmıştır[28]. Artık hiperenflasyon aşamasına gelindiği kanısı hakim olmaya başlamıştır. Bir de buna 1999 yılının seçim yılı olması nedeniyle ortaya çıkan belirsizliğin yarattığı etkiler eklenmiştir. 1999 yılında yeni kurulan koalisyon hükümeti ekonomideki bu kötü gidişatı önlemek ve dış kaynak bulmak amacıyla IMF ile anlaşmaya oturmuştur. Ancak yapılan anlaşma yeni bir sürecin başlatılması şeklinde değil de daha önce başlayan stand-by arayışlarının devamı ve sonucu niteliğinde olmuştur.

    1999 Nisan ayı genel seçiminde oluşan üçlü koalisyon hükümeti Temmuz-Aralık aylarını kapsayan, daha önceki sürecin devamı olarak Yakın İzleme Anlaşması[29] uygulamasını başlatmış ve 1999 Aralık ayında da 2000-2002 yıllarını kapsayan üç yıllık orta vadeli stand-by anlaşmasını imzalamıştır. Bu çerçevede Ocak 2000’de sıkı para ve döviz kuru politikası ile bankacılık sektöründe yapısal dönüşümleri içeren ‘’Enflasyonu Düşürme Programı’’ başlatılmıştır[30]. Program 2000 Kasım ve 2001 Şubat aylarında yaşanan krizler nedeniyle kesilmiş ve ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’ uygulamaya konulmuş ve 2002 yılı başında üç yıllık (2002-2004) yeni bir stand-by anlaşması imzalanmıştır.

    Aralık 1999 niyet mektubu ile başlayan süreçte programın hedefi enflasyon ve reel faizlerin düşürülmesi ve büyümenin sağlanmasıdır. Bu amaçla istikrar önlemleri olarak enflasyonun üç yılın sonunda tek haneli olması, reel faizlerin düşürülmesi ve kamu kesimi borçlanma gereği (KKBG)’nin azaltılması ve sıkı döviz kuru politikası (döviz kuru çıpasına dayalı anti-enflasyonist) araçları kullanılmaya başlanmış, programda Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinden sonra yenilenen 2002-2004 stand-by anlaşması ile bu kez dalgalı kur politikasına geçilmiştir[31].

    Programın yapısal reformlar ayağı ise, bankacılık yasası (BDDK’nın oluşturulması), SSK yasasının değiştirilmesi ve prim oranlarının yükseltilmesi, tarımsal desteklemenin kaldırılması ve Tahkim Kanunu’nu kapsamaktadır. Söz konusu reform taahhütlerinin hepsi yerine getirilmiştir. Programın makro ekonomik istikrar ayağı ise aksamıştır. Bunun nedeni 2000 ve 2001 krizlerine bağlanabilir. Ancak, söz konusu krizlerin, özellikle birincisinin program tarafından yaratıldığı, ikincisinin de ilkinin sonucu olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin, 2000-2002 programının sabitlenmiş kur ve Merkez Bankası’nın net iç varlık kısıtına dayalı uygulaması (para kurulu benzeri para politikası) Merkez Bankası’nın borç veren son mercii fonksiyonunu ortadan kaldırarak[32] etkinsizleştirmiş, krizi başlatan ve kontrol edilmesini güçleştiren sebep olmuştur. Merkez Bankası Stand-by ile 2000 yılının başından itibaren net iç varlıklar tavanını, dış varlıklardaki artışlar dışında aşmamayı taahhüt ettiği için, piyasalara açık piyasa işlemleri yoluyla müdahale edememiştir. Böylece bankacılık kesiminin yeterli döviz fazlasına sahip olmaması ve yurt dışına sermaye çıkışının biraz artması ile piyasalardaki güvensizliğin bir anda yaygınlaşması Kasım ayında ortamı bir likidite krizine sürüklemiştir. Faizlerdeki hızlı yükseliş kamu ve özel bankaların mali yapılarını daha da bozmuş, programa olan güven iyice sarsılmış, özellikle kamu bankalarının aşırı likidite ihtiyaçları ödemelerin kilitlenmesine neden olarak, Şubat 2001’de tekrar, bu sefer bir döviz krizine girilmiştir. Bunun üzerine ‘’Enflasyonu Düşürme Programı’’na son verilerek Nisan 2001’de, öncelik olarak mali istikrara önem veren ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’ uygulanmaya başlanmıştır.

    ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’, kamu maliyesi, gelirler politikası, özelleştirme, bankacılık, para politikası ve acil yasal düzenlemeler çerçevesinde bir dizi tedbiri içermektedir. Kasım ve Şubat krizlerinin mali piyasalarda, özellikle bankacılık kesiminde yarattığı olumsuz gelişmeler dikkate alınarak paket üç aşamalı olarak belirlenmiştir. Bunlar, bankacılık sektörüne ilişkin alınacak tedbirlerle kriz ortamından süratle çıkış, faiz ve döviz kuruna istikrar sağlamak suretiyle ekonomik birimlere orta vadeli bir perspektif hazırlamak ve makroekonomik istikrarı tesis ederek istikrarlı bir büyümeyi sağlamaktır. Program uzun dönemde enflasyon hedeflemesi[33] sistemine geçilmesini amaçlamaktadır ve Merkez Bankası yıllık enflasyon hedeflerini açıklayarak buna hazırlık yapmaktadır.

    Son olarak ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’ 2003 yılında da uygulanmaktadır. Bununla birlikte, Kasım 2002’de genel seçimlerle tek başına iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ise ‘’Acil Eylem Planı’’ adı altında, kamu maliyesi, gelirler politikası, özelleştirme, bankacılık, para politikası, reel sektör, alt yapı yatırımları ve eğitim gibi alanlarda üçer, altışar ve bir yıllık bir dizi tedbiri uygulamaya koyacağını ve IMF ile yapılmış olan anlaşma ve taahhütlere bağlı kalacağını dile getirmiştir.

    Sonuç

    Yaptığımız bu çalışma, başlangıçta da değinildiği gibi yargılamalardan ve spekülatif açıklamalardan uzak durarak sadece dönemlerin genel özellikleri çerçevesinde yürütülen iktisat politikası uygulamalarını saptamaya yönelik olmuştur. Dönemlerin özellikleri vurgulanırken toplumsal ve siyasal gelişmelerin de öne çıkartılması gerektiği düşünülebilir. Ancak, konunun çerçevesi çalışmanın bu yönünün biraz daha sınırlı kalmasını zorunlu kılmıştır.

    Seksen yıllık Cumhuriyet tarihinde iktisat politikalarının gelişimi ülkenin kendi iç dinamikleri ve dünya konjonktürü tarafından belirlenmiştir. Bu belirleniş dönemlere ayrılarak incelenmeye çalışılmış ve dönemleme konusundaki yaklaşımımız ortaya konulmuştur; ancak tarihsel dönemleme çerçevesinde açıklanan iktisat politikası gelişmelerini bıçakla keser gibi ortaya koymak mümkün değildir. Buna rağmen önemli dönüşümlerin olduğu ve dönemlere ayırmadaki temel yaklaşımımızı da ortaya koyan, yukarıda da açıkladığımız belirli yıllar bulunmaktadır. Sonuç olarak bu belirli yıllara denk gelen dönüşümleri de göz önünde tutarak seksen yıllık uzun bir süreci bir bütünlük içerisinde aktarabilmek asıl kaygımız olmuştur.



    [1]Söz konusu yaklaşım için Bilsay Kuruç, ‘’Cumhuriyet Döneminde İktisat Politikaları Üzerine Gözlemler’’, Bilanço 1923-1998: Cumhuriyet’in 75 Yılına Toplu Bakış Uluslararası Kongresi, Cilt 2, 10-12 Aralık 1998, Ankara, ODTÜ, s. 21-32’den faydalanılmıştır.

    [2]Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, 1908-1985, Gerçek Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul 1989, s. 11-13.

    [3]Bilsay Kuruç, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Bilgi Yayınevi, Ankara 1987, s.46.

    [4]Kongrede yerli üretimin teşviki ve lüks ithalattan kaçınılması gerektiği, girişim ve çalışma özgürlüğünün esas olduğu, fakat tekelciliğe izin verilmeyeceği ve yabancı sermayeye iktisadi kalkınmaya katkıda bulunmak ve yasalara uymak kaydı ile izin verileceği belirtiliyordu.

    [5]Yapılan düzenlemelerin içerisinde Aşar Vergisi’nin kaldırılması, İş Bankası ve Sanayi ve Maden Bankası’nın kurulması, 1913 tarihli Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun yeniden düzenlenip yürürlüğe konması sayılabilir.,

    [6]Suat Oktar, ‘’Cumhuriyet’in Başında Parasal Sorunlar ve Merkez Bankasının Kurulması’’, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt XIV, Sayı 2, 1998, s.244-251.

    [7]1940 yılında kabul edilen kanun ile hükümet, sanayi ve maden kuruluşlarının neleri, ne miktarda üreteceği ve bu hedeflere ulaşmak için işletmelerde yapılması zorunlu değişiklik ve genişletmeleri saptamaya ve bunları kontrol etmeye yetkili kılındı. Hatta söz konusu zorunlu önlemlere uymayan kurumlara devletin bizzat el koyması ve işletmesi benimsendi. İç ve dış ticarette sıkı sınırlamalar getirilerek fiyat kontrolleri ve tespiti için birçok önlem alındı ve çoğu halde devletin bizzat ithalat yapabileceği kabul edildi. Söz konusu önlemelerin değişen şartlara uygun hale getirilmesi için de getirilen yeni kanunlarla Milli Korunma Kanunu’nun üzerinde değişiklikler yapıldı.

    [8]1942’de kabul edilen Varlık Vergisi ile de servet ve kazanç sahiplerinin servetleri ve fevkalade kazançları üzerinden bir defaya mahsus vergi alınması söz konusu olmuştur.

    [9]1944 yılında Varlık Vergisi’nin yürürlükten kaldırılmasından bir yıl sonra Toprak Mahsulleri Vergisi konulmuştur. Aşara benzer bir yapıya hakim olan Toprak Mahsulleri Vergisi, toprak ürünleri üzerinden hesaplanıp aynen veya parasal olarak tahsil edilmiştir

    [10]Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, Savaş Yayıncılık, 2. Baskı, Ankara 1982, s. 217-267.

    *Bu dönem hazırlanırken Nadir Eroğlu-Toktamış Ateş, ‘’Cumhuriyet Dönemi İktisadi Yapı ve Finans Sistemi: 1946-1980’’, Osmanlı’dan Günümüze Türk Finans Tarihi, İMKB, Cilt 2, İstanbul 1999’dan yararlanılmıştır.

    [11]İsmail Cem, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Cem Yayınevi, İstanbul 1995, s. 376.

    [12]Yakup Kepenek-Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, 9. Baskı, İstanbul 1997, s. 80, 81.

    [13]K. Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, s. 74.

    [14]Dönemin iktisat politikalarındaki dönüşümü ortaya koymak açısından Beş Yıllık İvedili Sanayi Planı ve Türkiye Kalkınma Planı’nın incelenmesi ilginç sonuçlara götürmektedir. Bakanlıklar arası bir komisyonca hazırlanmaya başlanan Beş Yıllık Sanayi Planı 1946 yılının ilk yarısında bitirilmiştir. Hazırlanmasına eski Kadrocu’lardan Şevket Süreyya ve İsmail Hüsrev’in de katıldığı söz konusu plan, kalkınma ve sanayileşme hamlelerinde devletin öncülüğünü zorunlu görmekte ve dış ekonomik ilişkilerde ekonomik bağımsızlığın önemini vurgulamaktadır. Bu plana rağmen 7 Eylül 1946 tarihinde, ‘7 Eylül Kararları’ diye adlandırılan liberal tedbirler alınmıştır. Bu kararlarla, bir dolar karşılığı Türk Lirası 1,28 den 2,80’e çıkarılarak devalüe edilmiş, ithalattaki bazı sınırlamalar kaldırılmış, altının satışı serbest bırakılmış ve Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisi ile entegrasyonuna yönelik liberalizayon tedbirleri uygulamaya konulmuştur. Dış yardım arayışına da girişen siyasi iktidar, bu aşamada Beş Yıllık Sanayi Planı’nın söz konusu gelişmelere hiç de uygun olmadığını görmüştür. Bunun üzerine, daha liberal iktisatçılardan oluşan bir kadroya özel teşebbüsün öne çıkartıldığı bir plan hazırlatmıştır. Planda yatırımların %49 gibi bir bölümünün dış yardım ve kredilerden sağlanacağı öngörülmektedir. Resmi olarak uygulamaya geçmese de hazırlanan Türkiye Kalkınma Planı (Vaner Planı), devletçi-korumacı bir sanayileşme anlayışının artık terk edildiğinin somut bir belgesidir(K. Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, s.77).

    [15]Yeni dünya düzeni, özellikle gelişmekte olan ülkelerde devletin ekonomiye doğrudan müdahale etmemesini istemekteydi. Bu anlayış o dönemde hazırlanan tüm yerli ve yabancı plan ve raporlarda görülebilir. Örneğin, ABD’li bir uzman olan Max Thornburg 1947’de hazırladığı bir raporda, Karabük Demir Çelik Fabrikası için “.. bu tesisin müdafaası sadedinde bir çok mütalalar ileri sürülmüş olmakla beraber bu müessese iktisadi bir faaliyete askeri ve siyasi mülahazaların kaçınılmaz bir israf abidesi olarak durmaktadır.” diyerek tasfiyesini istemekte, savaş ertesinde hazırlanan planda, 125 lokomotif imal edecek bir fabrika için istenen 14 milyon dolarlık kredi, makine ve motor imali projesi aynı kişi tarafından veto edilmektedir. Çiftçinin ürününü nakletmesi için basit, fakat modern vasıtalara ihtiyaç olduğunu, bunların hariçten parça olarak ithal edilerek Türkiye’de monte edilmesi gerektiğini ileri süren Thornburg, böylece Türkiye için montajcılığı önermekte, devletin müdahalesinin ancak özel kesimin ihtiyacı olan altyapı, elektrifikasyon, yol ve su tesisleri inşaatında olmasını uygun görmektedir(Mustafa Sönmez, Kapitalist Devlet İşletmeleri ve Türkiye, Tüm İktisatçılar Birliği Yayınları No: 2, Ankara 1978, s. 62.)

    [16]Bu yıllarda uygulanan ithal ikameci politikaların temel amacı, bir taraftan dış ticarette sınırlamalara gitmek, diğer taraftan bu sınırlamalar sonucunda azalan tüketim malları ithalatını telafi etmek için, önemli ölçüde bunların ikamesine yönelik sanayileşme sürecini devlet yatırımlarıyla gerçekleştirmek olmuştur. Bu dönemde gündeme gelen ithal ikameci model, devletçi sanayileşme stratejisinden tamamen farklı nitelikte olup, özel sektör denetiminde fakat tamamen devlet işletmeciliğini kullanan bir sanayileşmeye dayalıdır. Bu yapı içersinde özel sektörün sanayi sektörü içindeki ağırlığının artmaya başlamasıyla birlikte devlete olan bağımlılığının artması da söz konusu olmuştur. “Devlet işletmelerinin özel sektöre devri “ sloganı ile iktidara gelen DP bu dönemde tersine kamu yatırımlarının ve devlet işletmeciliğinin özel sermaye birikimi lehine önemli bir rol oynadığının farkına varmıştır. Devletçi modele benzeyen ancak, devlet kesiminin özel sektöre desteğinin ön plana çıkmasıyla ondan ayrılan yeni bir karma ekonomi anlayışı benimsenmiştir. Karma ekonomi yapısı içinde devletin ekonomik faaliyetlere müdahalesi de özel teşebbüsü sınırlamak ve kontrol etmekten çok, onu teşvik etmek yolunda gelişmiştir. Bu amaçla kalkınma ve sanayileşme hamlesinin gerçekleştirilmesine yönelik olarak, gerekli alt yapı yatırımları ve özel sektörün altından kalkamayacağı bazı temel sınai ve tarımsal maddeler ve ara malları tesislerinin devlet tarafından kurulması amaçlanmıştır.

    [17]Oktay Yenal, Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, Türkiye Sınai Kalkınma Bankası Yayını, 2001, s. 121.

    [18]Serdar Turgut, Demokrat Parti Döneminde Türkiye Ekonomisi, Ankara 1991, s. 185.

    [19]Tunç Tayanç, Sanayileşme Sürecinde 50 Yıl, Milliyet Yayınları, 1973, s. 139.

    [20]O. Yenal, a.g.e., s. 126.

    [21]O. Yenal, a.g.e., s. 129.

    [22]Dövize çevrilebilir Türk Lirası mevduat hesapları (DÇM), Türkiye ekonomisinin gündemine 9 Haziran 1967 tarihli ve 1267 numaralı kararnameyle girmiştir. Bu hesapların niteliği, ülke içinde ve dışında oturan gerçek ve tüzel kişilerin ülkeye getirmek zorunda oldukları yetkili bankalar nezdindeki konvertibl dövizler karşılığında açtıkları hesaplar olmalarıdır. Devletin kur garantisi tanıdığı bu hesaplarda bulunan dövizler yetkili banka tarafından T.C. Merkez Bankası’na devredilir. Hesap sahibi istediğinde kendisine Türk Lirası kredisi verilir ya da isterse döviz olarak çekebilir.

    [23]Ziya, Öniş, Türkiye’de Dış Ticaret Politikaları ve Dış Borç Sorunu, 1980-1988, İTO Yayın No: 1989-33, İstanbul 1989, s. 6.

    [24]Dönem sonunda, krizin kapıyı çalmasının nedeni de ithal ikameci yapının işçi dövizleri ve Dövize Çevirilebilir Mevduat (DÇM) gibi dış kaynaklar bulunduğu sürece sürdürülmesi, üretken alanlara yönelinmemesi ve aslında çok daha önce kapıyı çalmış olan krizin bu şekilde geçiştirilmesidir(Şevket, Pamuk, ’’ İthal İkamesi, Döviz Darboğazları ve Türkiye, 1947-1979’’, Kriz , Gelir Dağılımı ve Türkiye’nin Alternatif Sorunu, içinde, 2. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul 1987, s. 37-69).

    [25]Bu düzenlemeler içerisinde İhracat teşvikleri, ihracatta vergi iadesi, günlük kur ayarlamasına geçilmesi, ithalatta liberalizasyon, Yabancı Sermaye Çerçeve Kararı ve daha sonra 1989 yılında yabancı sermaye giriş ve çıkışlarının tamamen serbest bırakıldığı 32 sayılı karar, Katma Değer Vergisi, faizlerin serbest bırakılması, bankalararası para piyasasının faaliyete geçmesi ve Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemlerine başlaması sayılabilir.

    [26]4 Şubat Kararları sonrası 1988-89 yılında gözlenen durgunluğun önlenmesi için dünyada daha önce uygulanmış ve uygulanan, aşırı değerli kur ve yüksek faiz politikası ve sermaye hareketlerinin senbestleştirilmesi kanalıyla Türkiye ekonomisi bir nevi “ithalata dayalı büyüme” diyebileceğimiz, yapay bir sınırlı canlanma dönemine girmiştir. Mevcut mevzuat ve ekonomik koşullar banka, büyük şirket, holding ve hatta KİT’lerin yurtdışından borçlanmasına ve elde ettikleri bu fonlarla yüksek faiz ve kur makasından yararlanmalarına olanak sağlamış, bu durumda oluşan açık pozisyonlar 1994 krizinin nedenlerinden birini oluşturmuştur. Krizi hazırlayan etkenlerden birisi de 1985 yılından itibaren kontrolden çıkmaya başlayan ve 1990 yılından itibaren de hızla yükselen enflasyon oranıdır. Türkiye’de yaşanan kronik enflasyonist süreç bir yandan ekonomideki belirsizliği artırıp gelir dağılımı üzerinde olumsuz etki yaparken, diğer taraftan asıl ortaya çıkış sebebi olan kamu açıklarının katlanarak artmasına neden olmaktadır. Çünkü enflasyonist ortamlarda kamu gelirleri reel olarak tahsil ve ödeme süreleri arasındaki gecikme dolayısıyla erimektedir. Diğer yandan iç ve dış borçla finanse edilmeye çalışılan kamu açıkları, borç anapara ve faiz ödemelerinin sürekli katlanması dolayısıyla bir türlü daralma sürecine girememekte ve son çare olarak emisyon hacmi arttırılarak kamu açıkları finanse edilmektedir.

    [27]Sema Bahçeci, “Ortodoks ve Heterodoks İstikrar Programları: Seçilmiş Ülke Deneyimleri ve Türkiye Örneği”, 1997, http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/politika/bahcecis/istikrar.hml.,Erişim 16/07/2003, s.22.

    [28]TCMB, Yıllık Rapor 1999.

    [29]‘’Yakın İzleme Anlaşması’’, 2000-2002 dönemini kapsayan, Stand-by öncesinde belirli hedefler çerçevesinde ekonomiyi düzenleyici önlemler içeren IMF destekli bir programdır.

    [30]‘’Enflasyonu Düşürme Programı’’ kapsamında para ve döviz kuru gelişmelerini önceden tahmin edilebilir kılmak için ilk 18 aylık dönemde TCMB, kur politikasını enflasyona yönelik günlük kur ayarlaması esasına dayandırmıştır. 1 ABD Doları + 0,77 Euro olarak izlenen kur sepeti artış oranı günlük bazda bir yıllık bir süreyi kapsayacak şekilde açıklanmış ve tüm işlemler önceden belirlenmiş değerler üzerinden yapılmıştır. Temmuz 2001- Aralık 2002 tarihleri arasında bu uygulamanın sona ereceği ve kademeli olarak genişleyen band sistemine geçileceği taahhüt edilmiş, sepet kuru artış hızının belirlenen band içinde hareket etmesi sağlanacağı açıklanmış, ancak yaşanan krizler nedeniyle programdan, dolayısıyla söz konusu uygulamadan vazgeçilmiştir.

    [31] Ekzen, 2000 Ocak ayından itibaren başlayan üç yıllık stand-by anlaşmasını kesintisiz 5 yıllık orta-uzun vadeli IMF-Dünya Bankası programı haline geldiğini vurgulamakta ve 2000-2004 dönemini kapsayan bu programı ‘’2. Beş Yıllık IMF-Dünya Bankası Planı’’ olarak adlandırmaktadır. Ekzen, ‘’1. Beş Yıllık IMF-Dünya Bankası Planı’’ olarak 1980-1985 arasındaki dönemi kastetmektedir ve her iki dönemin programında da iki önemli ayağın istikrar ve yapısal uyum(reform) olduğunu öne sürmektedir(Nazif Ekzen, ‘’2. Beş Yıllık IMF-Dünya Bankası Planı (2000-2004) Üzerine Değerlendirmeler’’,www.ceterisparibus.net., Erişim tarihi: 28.08.2003.)

    [32]TCMB’nin 2003 yılı başında devam eden para programına ilişkin ‘’2003 Yılı Para ve Kur Politikası Çerçevesi’’ adlı basına açıkladığı değerlendirmesinin 33. paragrafında 2000-2002 Stand-by’nın para politikasının ‘’para kurulu benzeri bir para politikası’’ olduğunu açıkça söylemektedir. Nitekim IMF ve Dünya Bankası’nın Türkiye’de enflasyonun önüne geçilmek için para kurulu uygulamasının başlatılmasını telkin ettikleri bilinmektedir.

    [33]‘’Enflasyon Hedeflemesi’’ ile ayrıntılı bilgi için bkz. Suat Oktar, ‘’Kuramda ve Uygulamada Enflasyon Hedeflemesi: İngiltere Örneği’’, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Yıl 36, Sayı: 4, 1999.

    Kaynakça

    Boratav, Korkut, Türkiye İktisat Tarihi, 1908-1985, Gerçek Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul 1989.

    Boratav, Korkut, Türkiye’de Devletçilik, Savaş Yayıncılık, 2. Baskı, Ankara 1982.

    Kuruç, Bilsay ‘’Cumhuriyet Döneminde İktisat Politikaları Üzerine Gözlemler’’, Bilanço 1923-1998: Cumhuriyet’in 75 Yılına Toplu Bakış Uluslararası Kongresi, Cilt 2, 10-12 Aralık 1998, Ankara, ODTÜ.

    Kuruç, Bilsay, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Bilgi Yayınevi, Ankara 1987.

    Oktar, Suat, ‘’Cumhuriyet’in Başında Parasal Sorunlar ve Merkez Bankasının Kurulması’’, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt XIV, Sayı 2, 1998.

    Oktar, Suat, ‘’Kuramda ve Uygulamada Enflasyon Hedeflemesi: İngiltere Örneği’’, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Yıl 36, Sayı: 4, 1999.

    Eroğlu, Nadir-Ateş, Toktamış, ‘’Cumhuriyet Dönemi İktisadi Yapı ve Finans Sistemi: 1946-1980’’, Osmanlı’dan Günümüze Türk Finans Tarihi, İMKB, Cilt 2, İstanbul 1999.

    Cem, İsmail , Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Cem Yayınevi, İstanbul 1995.

    Kepenek, Yakup-Yentürk, Nurhan, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, 9. Baskı, İstanbul 1997.

    Sönmez, Mustafa, Kapitalist Devlet İşletmeleri ve Türkiye, Tüm İktisatçılar Birliği Yayınları No: 2, Ankara 1978.

    Yenal, Oktay, Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, Türkiye Sınai Kalkınma Bankası Yayını, 2001.

    Turgut, Serdar, Demokrat Parti Döneminde Türkiye Ekonomisi, Ankara 1991.

    Öniş, Ziya, Türkiye’de Dış Ticaret Politikaları ve Dış Borç Sorunu, 1980-1988, İTO Yayın No: 1989-33, İstanbul 1989.

    Pamuk, Şevket, ’’ İthal İkamesi, Döviz Darboğazları ve Türkiye, 1947-1979’’, Kriz , Gelir Dağılımı ve Türkiye’nin Alternatif Sorunu, içinde, 2. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul 1987.

    Bahçeci, Sema, “Ortodoks ve Heterodoks İstikrar Programları: Seçilmiş Ülke Deneyimleri ve Türkiye Örneği”, 1997, http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/politika/bahcecis/istikrar.hml.,Erişim 16/07/2003.

    Ekzen,Nazif, ‘’2. Beş Yıllık IMF-Dünya Bankası Planı(2000-2004004) Üzerine Değerlendirmeler’’, www.ceterisparibus.net., Erişim tarihi: 28.08.2003.

    TCMB, Yıllık Rapor 1999.


    Alıntıdır.

    Yrd. Doç. Dr. Nadir Eroğlu*

    * Marmara Üniversitesi İİBF, İktisat Bölümü Öğretim Üyesi